üveys ülker, röportaj
- afekee
- 28 Haz 2024
- 3 dakikada okunur
Şiir yazma süreciniz nasıl başlıyor? Şiirin bittiği kanısına vardığınız yol, yöntem nedir?
Öncelikle herkese esenlikler dilerim. Şiire bakış açım genellikle teknik üzerinden yorumlamak oluyor. Evet, içerik benim için de önemli bir etken ancak içeriği işleme konusunda daha çok kafa yorduğumu belirtmek istiyorum. Herhangi bir şiire başlamak bir ozan için zor olmamalı diye düşünüyorum. Ozanlarımızın işi yazmak ve üretmek üzerine kurulu. Gün içerisinde, gün bitiminde yanıtlayamadığım soruları genellikle şiir üzerinde yanıtlamaya çalışıyorum. Örneğin, çok yakın bir arkadaşım var, genç yaşında olmasına karşın elleri inanılmaz titriyor. Yemek yaparken, çay doldururken sürekli ellerinin titrediğini görüyorum. Günlük akışta bunun bir sağlık sorunu olduğunu hepimiz düşünebiliriz ancak bir ozan kimliği ile düşündüğümüzde başka yorumlar yapmaya başlıyor. Genç bir insanın elinin titremesi, bu ve bunun gibi sorulara yanıt aramakla başlıyor benim için şiir.
Şiirler biter mi? Elbette biter, bitmeli çünkü yaşamın sonsuz olduğunu hiçbir zaman düşünmedim. Yaşadığımız evrende her şeyin sonu var, bir acısı var ve biz o acıyı etkileyici bir son ile duyabiliriz ancak. Sonu olmayan şey acı vermez.
Edebiyatın yavaş yavaş matbudan koptuğu aşikar, hala inat ve cesaretle sürdürülen ciddi işler olsa da sosyal medya çağında dijital dergilerin, yayılım araçlarının şiir üzerindeki etkisi hakkında ne düşünüyorsunuz? Sona mı geliyoruz?
Bu soruya iki açıdan yanıt verebilirim. Geçmişte yaptığım yayımcılık işlerinden ötürü bu alanın artık eskisi gibi işlemediğini belirtebilirim. Önceden yapılan işler, yayımlanan dergiler günümüzdeki gibi kısa süreli değildi. Belirli kadrolar olmadan bile uzun süreler yayım yapan dergiler görebiliyorduk. Bugüne baktığımızda alan sermayenin eline kaldı. Ben bir yayımcı olarak istediğimi belirli bir noktaya kadar başardığımı düşünüyorum çünkü Türkiye’nin her yerine şiir dergisi gönderebildim, Türkiye’nin her noktasından ozanların şiirlerini yayımladım. Onlara bir alan açabildim. Günümüzde bu adınızın ne kadar etkileşim getirdiği ile sınırlandırıldı ne yazık ki.
Bir ozan olarak yorumladığımda ise dijital sektörün yazınımız ile iç içe girmesi eskiye göre olumlu. Yazarlar kendi düşüncelerinde yayım yapan blogları ya da çevrimiçi dergileri kolaylıkla takip edebiliyor ve eser gönderebiliyorlar. Yukarıda sözünü ettiğim etkileşim alanına girmek ozanlar için kolaylaştı. Ancak genel bir çerçevede izlediğimizde Türk yazını, kendi mahallesinde sıkışıp kalmış durumda diye düşünüyorum. Sesler sürekli kendimizi izlediğimiz aynalara sekip duruyor. Bunun önüne geçmek için öncelikle sermayeyi yazınımızdan çıkartmalıyız.
Edebiyat araştırmacıları, şiir türünü tarihlere bölmeyi sever. Hem bu çağın yaşayanı hem şairi olarak 2000’lerden sonra şiir adına hangi olayları kırılma noktaları olarak görüyorsunuz?
Türk yazını bence politika ile oldukça dirsek temasında. Kimi okurlar bunun ayrımında olmadan eserleri takip ediyorlar ancak siyasette yaşanan olaylar istesek de istemesek de yazınımızı etkiliyor. Kendi açımdan konuşmak gerekirse Türk yazını belirli bir süre liberalleşme yolunu izledi. Özellikle Orhan Pamuk’un ödül alması bu yapıyı hızlandırdı. Yazınımızda ne anlattığı belirli olmayan, yalnızca küresel yapıda alkış alabilecek manipülasyon ve propaganda dolu eserler üretilmeye başlandı. Bazı yazarlar Türkiye’de para kazandıklarını unutup, Türk insanını hor görmeye ve aşağılamaya başladı. Bu benim onaylayamayacağım bir durum. Yine bu liberalleşmenin etkisiyle “yetmez ama evet” kampanyası başlatıldı. 2010’lu yıllar Türk toplumunu kimliksizleştirme ve ulussuzlaştırma çabası ile geçti. Bazı utanmaz aydınlar “Ergenekon Derinleştirilsin” adı altında imza kampanyası bile düzenledi.
Şimdi ben bir ozan olarak ne yazık ki bunları görmezden gelemem. Benim kişisel kırılma noktalarım her zaman ulusuma karşı yapılan kavgalar oldu. Ben de bu kavganın bir paydaşıyım ancak her zaman ulusumun yanında kalacağım.
Savaş, yoksulluk, ihmallerin açtığı derin insani yaraların karşısında şiirin durması gereken konum hakkında ne düşünüyorsunuz veya şiirin dünyaya böyle bir borcu olduğunu düşünüyor musunuz?
Şiirin herhangi bir konum üzerinde bulunmak gibi telaşları olmamalı diye düşünüyorum. Dünyamızda her gün çeşitli yaralar açılıyor ve bu yaralar elbette derin acıları da yaratıyor. Yukarıda da sözünü ettiğim acı ve şiir aslında burada başlıyor. Acısı olan her şey şiire arkadaştır. Savaşlar şiirin arkadaşıdır çünkü uluslar kendi acıları için savaşır. Yoksulluk, ihmaller her şey… Ozanlar toplumdan ayrı düşebilir mi, elbette düşebilir. Dünyadaki tüm sorunlara kulak tıkayıp yaşamlarını ve sanatlarını sürdürebilirler. Ancak bu noktada ozanların kimliği de değişecektir. İzlediğimiz yollar toplumumuzu ilgilendirmeyen bireysel sorunlar olabilir. Hiçbir ozan “belirli” yollarda yürütülmeye zorlanmamalıdır. Bu bir seçimdir. Ancak şiirin kendisi her zaman kendi yolunu yaratır ve dünyaya karşı olan görevini, yani acının arkadaşı olma işini yapar.
Hakikat ve estetik bağlamındaki yol ayrımında şiir nerede ikamet etmeli?
Bireyler usları kadar güçlüdür. Usumuzun yarattığı düşünceler, görüntüler bizi çevreye karşı dayanıklı kılar. Düşüncelerimizin her zaman gerçeklikle bir bağlantısı olması gerekmez. Şiirin de gerçek olgular üzerine kurulması gerekmez çünkü yaşamdaki her şey bir olasılık içinde gerçekleşir. Olasılığını düşünebildiğimiz her şey bir bakıma gerçektir de. O nedenle şiir, ozanın elinde işlendiği kadar güçlü olacaktır diye düşünüyorum.
Comentarios