ersin kartal, röportaj
- afekee
- 17 May 2024
- 5 dakikada okunur
1- şiir yazma süreciniz nasıl başlıyor? şiirin bittiği kanısına vardığınız yol, yöntem nedir?
Şiir yazmak kadar şiir üzerine konuşmak da belirli bir birikim ve aslında yoğunlaşma gerektiren bir durum. Öylesine konuşamayacağım ciddi bir konu olmuştur benim için her zaman şiir. O yüzden her bir şiirimi yazarken aslında yeni bir yöntemle kendisini dayatan bir süreç yaşıyorum. Çoğu zaman bu sürece çoktan maruz kaldıktan sonra anlıyorum sürecin başladığını. Yani aslında her defasında bir “yeniden klişe” durumu söz konusu.
Ya da “tek seferlik klişe” diyebileceğim bir şey. Klişe dediğimiz şey kolay tekrarlanır olan hemen her şeyde karşımıza çıkan bir tekrar eylemidir. Peki tek bir defa yapılabilen ama yeniden kimsenin yapamayacağı şey nedir? Mesela dünyanın yaratımı, güneşin oluşumu, bunlar tek seferlik klişelerdir. Ya da Homeros mesela. Bir Homeros daha gelmeyecektir. Benim için de düşündüğümde şiir yazmak eylemi bu tarz bir klişe haline bürünüyor.
Böylelikle şiiri oluştururken deneyimlediğim bu “tek seferlik klişe” sürecinden şöyle etraflıca bahsetmem gerekiyor sanırım. Söz gelimi yolda yürürken gördüğüm, duyduğum, ya da maruz kaldığım bir eylem, bir imge, bir koku şiirime direkt olarak girebiliyor. İster dize şeklinde ya da bir gelişime gebe fikir şeklinde olsun sokak ve insan davranışları şiirime öyle ya da böyle temas ediyor. Bu süreçte yanlış okumalar, bilinçli yanlış okumalar, ve sadece okumalar şiirimi özellikle besleyen şeyler oluyor. Ve çoğu şair gibi ben de notlar alarak şiirime ilerliyorum. Zamanla bu notlar, birbirine yakın olan dizeler ve fikirler birbirlerini arayan puzzle parçaları gibi beni rahatsız etmeye ve bir araya gelmek için çağrışım çığlıkları atmaya başlıyorlar. Sonrası zaten uygun ses ve temayı oluşturmak için girişilen bir şiir tamiri evresi oluyor.
Şiirin bitmesi meselesiyse bende her zaman şiire başlamak kadar zor olan bir olgu. Çoğunlukla şiir uzasın bitmesin istiyorum. Çoğu zaman da yarıda kesiyorum şiiri. Bitmiş gibi gelmiyor bana çünkü. Amiyane bir tabirle “terk ediyorum” yani.
2- edebiyatın yavaş yavaş matbudan koptuğu aşikar, hala inat ve cesaretle sürdürülen ciddi işler olsa da, sosyal medya çağında dijital dergilerin, yayılım araçlarının şiir üzerindeki etkisi hakkında ne düşünüyorsunuz? sona mı geliyoruz?
Şiir üzerindeki etkisi hakkında bir sona gelişten söz ediyorsak şiir asla bitmez diyorum. İnsanın olduğu her yerde şiir her zaman olmuştur ve olacaktır.
Ancak matbu yayıncılık konusunda özellikle dergilerin varoluş çabaları sanırım her zamankinden daha yorucu ve yıpratıcı son dönemlerde. Bunun bir çok etkeni var tabiki. Ekonomik etkenler, dağıtım ağı vs bunların başında. Ama bence dijitalin şiire etkisi ile dijitalin matbuata etkisi arasında organik bir ilişki de var.
Dijital demek hız demek, kolay ulaşım demek, çabuk tüketim demek, ucuzluk demek. Bunların hepsini bugünün şiiri için de kabaca sıralayabiliriz pek ala. Bugünün şiiri hızlı yazılan, kolay ulaşılır, çabuk tüketilir ve ucuz bir şiirdir kaba bir tabirle. Ama buna rağmen iyi yazılmış ve dijital dolaşıma girmiş bir şiir anında dünyanın her yerinde okunur olmasıyla matbunun oldukça ilerisinde bir kolaylık ve okunurluk sağlıyor.
Ama öte yandan bu durum zamanla şiiri bir “dijital etkileşim ile şairin kendini ispata çalışma aracı” haline getiriyor. Bu ilk okumada kötü bir şey değilmiş gibi geliyor kulağa ama şairin şiirinin önüne geçtiği ve ne yazarsa paylaşıp “like” alarak adeta bir fenomene dönüştüğü bir dijital dünyada zamanla kendi “likeşakcılarını” toplaması şiirin algılanışını ve kaale alınışını zedeliyor Yani şiire aslında pullu bir çeker giydiriliyorlar tabiri caizse. Neden caiz olmasın ki? Evet pullu ceket giydiriyorlar şiire.
Peki bunun zararı ne? Bunun zararı şu: dijital dergilerin kısa aralıklarla ve bizim bilmediğimiz ve anlayamadığımız bir süzgeçten geçirerek bize ve okura sürekli olarak pompaladıkları şiirler, şiirin kolay yazılır ve kolay tüketilir olduğu yanılgısını buna maruz kalan hemen herkesin aklına istemsizce de olsa düşürüyor olması. Dijital de olsa bir dergide yayımlandıysa artık o metin şiir ve o kişi de şair olmuş oluyor. Matbuatın bize verdiği şiir için en önemli süreç aslında bizi şiire daha çok çalışmaya ve o çalıştığımız şiirimizle dergilere girmeye hak kazanmaya itmesiydi. Dijitaldeki bu kolaylık, ucuzluk ve hızlılık aslında bugünün şairine bir antikonfor sağlamıştır ama bugünün şairi bunun ne derecede farkında bunu bilemiyoruz.
3- edebiyat araştırmacıları, şiir türünü tarihlere bölmeyi sever. hem bu çağın yaşayanı, hem şairi olarak 2000’lerden sonra şiir adına hangi olayları kırılma noktaları olarak görüyorsunuz?
Bu konuda şunu söyleyebilirim, özellikle şiirlerimi yazıp yayımlama ve bu ortamda birebir tanık olup kavradığım, kırılmaya örnek verebileceğim seti 2019 yılının sonlarına kadar çekebilirim. O tarihlerde bir “pandemi” gerçeği ülkemizi ve dünyamızı kuşatmıştı. Bu durum, yaşayışın her alanında olduğu gibi şairin dünyasında, şiirinde ve içinde bulunduğu ortamda da kendisini gösterdi.
Hepimizin evlere kapandığı, daha fazla yalnızlaşıp daha fazla şey okuyup izlediği ve başkalarına daha fazla zaman ayırabildiği o günlerde şiir adına yaşanan kırılma bence “Pandemi şairleri” diyebileceğimiz bir kesini yarattı ve bunun etkisi artık gelenekleşmiş bir şekilde devam etmekte. Nedir peki bu? Bu şudur; matbu dergilerin yayın hayatlarına ara vermek zorunda kaldığı bu dönemde “dijital” dediğimiz mecralar daha da palazlanmaya başladı. Bu kötü bir durum değil elbette ama normalde dergilere şiirsel yetkinlikleriyle giremeyen giremeyecek olan daha zamanı olan kişiler birden şair yaftası ile karşı karşıya bırakıldı. Normalde bir seçilim sonucu karşımıza gelmesi gereken şiir ve şairler birden her yerde sadece sosyal medya hesabı olması ve şiir dışında vasıfları olmasının yanı sıra biraz da tartışmalı şiiri ile birlikte birden “şair” olarak artama giriş yaptı. Burada demek istediğim şairlerin ayrıcalıklı bir zümre olması değil yanlış anlaşılmasın. Ama bırakın şiir üzerine konuşmayı, yazdıkları şiir üzerine konuşamayan insanlar dergi çıkartır ve şiir yayımlar oldu. Tanık olduğum yakın dönemdeki en büyük kırılma bana göre budur.
4- savaş, yoksulluk, ihmallerin açtığı derin insani yaraların karşısında şiirin durması gereken konum hakkında ne düşünüyorsunuz veya şiirin dünyaya böyle bir borcu olduğunu düşünüyor musunuz?
Şiir doğası gereği bu saydıklarınızın hepsine etiyle tırnağıyla karşıdır öncelikle.
Filistinli şair Mahmut Derviş "Şiir bir uçağı düşüremez ama pilotun kafasını karıştırabilir." der. Bu konuda söylenebilecek en rafine ve olayı tüm çıplaklığı ile ortaya koyacak cümlenin de yine bir şair tarafından söylenmiş olması az şey ifade etmiyor.
Gelelim şiirin borcuna. Şiir dünyaya borçlu mudur yoksa ondan alacaklı mıdır? Şiir yine doğası gereği hep borçludur bence . Onun kaçmadan vurmaya eli asla değmemiştir. Bugün komşularımızda yaşanan savaşlar, dünyada yaşanan katliamlar, ülkemizdeki tarifsiz kötü ortam karşısında şiir tabiri caizse icralıktır. Borcu vadesini aşmıştır bana göre. Ama burada şuna da dikkat etmemiz gerekiyor, neden bu borcu yalnızca şiir üstlenmeli? Ya da üstlenmiştir. Bunun başlıca sebeplerinden biri bana göre şiirin toplum hafızasındaki kutsal yeridir. Şiirin protest bir damarı toplumun kanında halen akmaktadır. Yunus’un, Karacaoğlan’ın, Dadaloğlu’nun yaşayıp yazdığı bir coğrafya da şiirden böylesi bir borcun istenmesi de yersiz değildir.
Fakat son yirmi yılda ülkenin politik çoraklaşması ve yalakalığın maalesef şairlere kadar inmesiyle birlikte korkaklığın sonucu olarak bu borç, sesi nispeten daha çok çıkan üç maymun şairlerinin kişisel gelecek planlarının gölgesinde kalmış ve yokmuş gibi davranılmıştır.
Sonuç olarak, evet borçludur.
5- hakikat ve estetik bağlamındaki yol ayrımında şiir nerede ikamet etmeli?
Şiir her zaman diretilenin dışında ikamet eder. Bugün tüm dünya toplanıp hakikat tarafında olacaksanız dese başta ben olmak üzere tüm şairler estetiğin çayırlarında çalı çırpıdan evler kurup kendi yaşam alanımızı oluştururuz. Ve tam tersi estetik için de geçerlidir. Bu ikisi bence şiirin gerçeğini oluşturan iki sarsılmaz kolon gibi durmaktadır şiirin altında.
Şiirin gerçeği şudur, hakikati her zaman yanında taşır şiir. Onu eğip büker veya arkasında avuçlarına saklayıp soruyor gibi yapar yumruklarını sıkılı halde size uzatırken. Ama çoğu durumda her iki yumruk da boştur. Hakikati ya arka cebine koymuştur ya da yere bırakmıştır geri almak üzere. Ama size bunu fark ettirmez ve siz hakikati o yumruklardan birinde sanarak hakikati hissetmiş olmakla gerçek kılarsınız. Ve tüm bu olan biten şey estetiktir de aynı zamanda. O yüzden şiirin en azından benim şiirimin hakikat ya da estetik arasında bir seçim yapmayacağını yapmadığını biliyorum. Yumruklarımdan birinde biri diğerinde öbürü vardır. İnanmazsanız açıp bakabilirsiniz.
Comments