
uğur ergün, röportaj
- afekee
- 28 Nis 2024
- 3 dakikada okunur
Güncelleme tarihi: 4 May 2024
1- şiir yazma süreciniz nasıl başlıyor? şiirin bittiği kanısına vardığınız yol, yöntem nedir?
Şiir yazma sürecimi romantize etmeyeceğim. Şarabımı yudumlarken tüyle papirüse yazmıyorum ne yazık ki. Daktilom da yok. Hatta bu konuda çok leş bir insan olduğumu da kabul etmem gerekir. Genellikle tek başıma yürürken aklıma dizeler düşüyor. İşte o dizeler aklıma düşer düşmez elime telefonu alıp yazıyorum da yazıyorum bir yandan da yürüyorum. Üst geçitte yürürken yazdığım şiirim bile mevcut. Bir şiirimde ise Maslak’ta karşıdan karşıya geçerken aynı anda şiir yazdığım için bir araba tarafından ezilecektim az kalsın. Karşı kaldırıma geçtiğim gibi az kalsın araba çarpacağını da şiirimin içerisinde belirtmiştim.
Bazen de gecenin geç saatlerinde tek başıma otururken ilhamım geliyor. O zaman da bilgisayarı açıp Word’e yazıyorum. Yine daktilo değil ne yazık ki. Şiir yazma sürecimde müzik bana eşlik ediyor. Yazdığım bazı şiirlere o an dinlerken bana ilham veren şarkının adını koyduğum da çok olmuştur.
Şiiri yazım süreci bitince düzenleme süreci başlıyor ki burası esas sancılı kısım. Şiiri bazen gözümle okuyorum baştan sona, bazen de sesli şekilde okuyorum. Takıldığım noktaları ya da akışı bozan yerleri belirleyip gerekli düzenlemeleri yapıp tekrar tekrar okuyorum. Okurken ritmin bozulmadan sonuna kadar gittiğini görene kadar okuyup okuyup şiiri düzenliyorum. Ritmin bozulmadığını gördüğümde şiiri tamamlıyorum. Ardından başlık bulma süreci başlıyor. Başlık seçmek cidden zor iş.
2- edebiyatın yavaş yavaş matbudan koptuğu aşikar, hala inat ve cesaretle sürdürülen ciddi işler olsa da, sosyal medya çağında dijital dergilerin, yayılım araçlarının şiir üzerindeki etkisi hakkında ne düşünüyorsunuz? sona mı geliyoruz?
Teknolojinin bu noktaya gelmesi matbu işlerin katili olacaktır elbette. Ama hâlâ değerli olduğu da su götürmez bir gerçek. Mesela Instagram’da gönderi olarak şiir yayımlayan dergiler var, sayıları da yavaş da olsa artıyor. Gerçekten değerli işler yapıyorlar görüyorum. Yine de fıtı fıtı gönderiler arasında gezerken rastladığım değerli şiiri, ben şimdi iyi bir şiir okuyacağım kafasına girerek okuyamıyorum o anda. Belki bir site, bir blog üstünden yayım yapan dergiler bu konuda daha avantajlıdır. Çünkü sosyal medyadan çıkıp bir şiir bloğuna giriyorsun o anda. Sayfanın değişmiş olması bile insanın kafasını değiştiriyor. Nihai noktada ise matbu dergi hâlâ yazarın da okurun da gözünde farklı bir yerde. Bu biraz gerçek kitapla e-kitap tartışmasının da fitiline dokunan bir tartışma. Pek çok güzel e-dergiyi sevsem de ve şiirlerimi e-dergilere göndersem de ve bir de üzerine kendim de vaktiyle e-dergi kurmuş olsam da basılı derginin verdiği o hissin çok değerli olduğu kanısındayım. Ve bu kanının başka başka insanlarda da olduğunu görüyorum. O yüzden evet basılı dergiler gün geçtikçe ekonomik nedenlerle de azalacak, ancak ölmeyeceğine eminim.
3- edebiyat araştırmacıları, şiir türünü tarihlere bölmeyi sever. hem bu çağın yaşayanı, hem şairi olarak 2000’lerden sonra şiir adına hangi olayları kırılma noktaları olarak görüyorsunuz?
küçük İskender’in ölümü 2000’ler şiirinde ilk büyük kırılım noktasıdır benim gözümde. Diğer Siyasetin etkisiyle her şeyi mizaha vuran ya da vurmak zorunda kalan bir neslin fertleri olmamız da şiir dilimizi bu yönde epey geliştirdi. Leyla ile Mecnun, Gibi, vb dizilerin absürt mizahı da şiir dilimizde hayli rol oynadı. Ama Alper Gencer, Ali Lidar da hep bunun bir üst kuşaktaki örnekleri. Tabii Altay Öktem ve Ah Muhsin Ünlü gibi hem bizden hem de bir üst kuşağımızdan yaşlı olduğu hâlde bu mizahi dili çok iyi kullanan ustalar da vardı. Yani bu mizahı şiir diline sokma işi 90’larda da varmış belli ki. Ama esas örneklerini ben 2010’larda belirgin şekilde görmeye başlamıştım. Ülkenin 2018’den itibaren girdiği kötü dönemler ve sosyal medyanın dilimizi ve yaşayışımızı iyice değiştirmesi de şiirde başka bir kırılım yarattı.
Romanlarda rastladığımız büyülü gerçekçilik akımının (ki bu çok eski zamanlara dayanıyor esasında) etkisini de 2010’lardaki şiirlerde görüyorum yer yer. Dolayısıyla bunu da bir 2000’ler kırılımı olarak ele alıyorum. Latife Tekinler, İhsan Oktaylar, Orhan Pamuklar, Hasan Aliler filan bu neslin şiirinde iyi kötü bir etki taşıyor benim gözlemleyebildiğim kadarıyla.
4- savaş, yoksulluk, ihmallerin açtığı derin insani yaraların karşısında şiirin durması gereken konum hakkında ne düşünüyorsunuz veya şiirin dünyaya böyle bir borcu olduğunu düşünüyor musunuz?
Bir sanat ürününün herhangi bir insani olaya ışık tutma gibi bir sorumluluğu yoktur. Bir savaş karşısında herhangi bir konum almak zorunda da değildir. Savaşa karşı biri, barış için savaşmalı mıdır? Ben biraz daha serbest bir görüşe sahibim. Sanatçının içinden gelirse bu konuda bir söylem geliştirebilir elbette, gördüğü dramları anlatma yoluna girebilir. Ancakbak yanı başında savaş oluyor, çocuklar ölüyor, sen eserinde niye buna değinmedin demeye hakkımız yoktur. Olmamalıdır.
Kendi adıma Hrant Dink cinayeti beni çok etkilemişti ve bunun üzerine bir şiir yazmıştım. Birkaç şiirimde de çocuk ölümlerinden ve kadın cinayetlerinden bahsettiğim olmuştu. Yine de değinmediğim pek çok dram da var. İnsan her şeye üzülemiyor.
5- hakikat ve estetik bağlamındaki yol ayrımında şiir nerede ikamet etmeli?
Şiirin beni etkileyen yönü hep estetiği olmuştur. Tercih ettiğim şairler de hep estetikli söylemi olan şairler olmuştur. Hakikati her yazı formuyla söyleyebilirsin. Şiiri ayırt eden alt alta yazılıyor olmasından ziyade estetiğinin olmasıdır. Onlarca roman okuyup almadığım lezzeti bir şiirin 2 dizesinden alabiliyorsam bu şiirin nasıl bir estetik taşıdığının göstergesidir. Attila İlhan okuyun, İsmet Özel okuyun, İlhan Berk okuyun. Hiçbir şeyden alamadığınız keyfi bu isimlerin şiirlerinden alacaksınız.
Comments